Günümüz insanının içinde bulunduğu umarsızlık labirentini tanımlamak değil asal amacı sözümüzün, fırçamızın. Ne onun “İyelendiklerim ve tükettiklerim oranında varım!”(1) diyen çarpık kimliğine ve her iyelendiği özdeğin sonuçta küle evrilmesini görmesine, tükettikleriyle orantılı olarak tükenişini de yaşamasına karşın böylesi bir yaşam biçemini sorgulamayışına değineceğiz, ne de sanal dünyasının yaldızları arasında, kırılgan aynalarda kendini arayışına. Ne kitle ‘kirletişim’ araçlarına dönüşen yazısal ve görsel basının toplumun her kesiminde başarıyla sürdüregelmekte olduğu ‘ahmaklaştırma’ politikasına çekmek istemekteyiz dikkatleri, ne de o araçların hedeflerine ‘bizler’in onayıyla hızla yaklaştıklarından dem vuracağız.
Kör ve dipsiz kuyularda, ziftsi bir karanlığa doğru ışık hızıyla yuvarlanışlarının ayırdında olmayanlara da değil sözümüz! Dikenli tellerini, zincirlerini, tasmalarını ve doğmadan ölüşlerini bir iyice görüp de umar arayanlara, ‘dermanımızı yağma ettiresimiz'(2) var. Yepyeni doğrular sunduğumuzu savlayacak, üstuzmanlık taslayacak falan da değiliz üstelik. Bu sergi aracılığıyla, yeryüzünün en eskil çözümüne çekmek istemekteyiz dikkatleri yalnızca. ‘İnsan-ı kâmil’, ‘aşkın insan’, ya da ‘bodisatva’ sözcükleriyle tanım getirilmeye çalışılanların dünyasından minicik imler taşımaktayız karşınıza. Bilgelerce ‘üstaşkınlık’, ‘satori’, ‘kemâle eriş’ olarak isimlendirilen bir evrende kurulmuş ‘kevser’den sizlere de iki yudum tattırabilirsek, ne mutlu bize. Nedir üstaşkınlık olarak betimlenen o gizil evrenin açkısı?
“Herkes Hakk’ın kapısına vardı. Kimi bir şeyler buldu, kimi istedi. Yüce gönüllülerse sunulanları bile almadı. Buncağız da almazlanınca, ‘Tanrı’dan gayrı her şeyi verelim sana.’ dediler. ‘Ey yüceler yücesi, boşla şu alış verişi.’ dedim.”(3) diyebiliş midir?
Acunun gizlerine, “Tanrı’yı Tanrı arar, Tanrı’yı Tanrı bulur, Tanrı’yı Tanrı bilir.”(4) sözcükleriyle açıklık getiriş, çözüm buluş becerisi mi ki üstaşkınlık?
‘Ortalama insan’ın usunu başından alan yalnız kalma korkusunu, ‘yalnız oluş’ sevincine dönüştürmekle yetinmeyip, dahası, “Bu ıssızlık, bu yalnızlık değerli bin cihandan. / Egemen olmaktan dünyaya daha üstün bu özgürlük. / Yalnızlık evreninde dostluk bir ân kendinle, / Cihan canından değerli, şundan bundan daha yüce.”(5) diyebilme erişkinliğine, erginliğine varabiliş midir üstaşkınlık?
“Tanrı’yı gör her neye bakmakta isen, / Nereye yönelirsen o yansımayı gözle. / Yırt ikilik perdesini engeli sök yerinden, / Eriş ‘bir’liği kavrayıp tanrısal gize.”(6) dizeleri arasında, üstaşkınlık titreşimlerini yakalamamak olanaklı mı? Benzer bir üstaşkının daha sözlerini de yineleyelim dilerseniz: “Benim o seven, o sevilen de ben; / bir bedene girmiş iki tiniz biz. / ‘O’ diye gördüğün yansımam benim; / Bana bak, onu gör; hep aynı şeyiz.”(7)
“İnsanoğlunun yüreğini sarmalayan kat kat tabakalar vardır. Birçok şeyi bilen insanoğlu, ‘kendi’ni bilmez! Neden otuz kırk kat deri ya da koruyucu bir öküzünki, bir ayınınki gibi kalın ve sert, tini sarmalayan? ‘Öz toprağınız’a girip, kendinizi tanımayı öğrenin önce!”(8) önerisine mi kulak vermeli ilkin, yoksa, “Kurtarmak için yaşamı, yık onu bütünüyle: / İlk kez seninle olsun erinç işte o zaman.”(9) savını mı yeğlemeli başlangıç adımı olarak?
“Ben dünyayı üç paraya sattım, yine de ederinden fazlaya verdim sayılır.”(10) diyebilen bir bilge mi olmalı öncümüz, yoksa “Gerçek’e ermiş kişinin / Aba vardır sırtında, ama yüreğinde töz.”(11) dizeleriyle seslenen bir başkası mı?
Bize ‘biz’ denli yakın olan, ne var ki, kendi ellerimizle gerdiğimiz dikenli tellerden ve dokuduğumuz kat kat perdelerden ötürü, erişebilmekten, görebilmekten uzak kaldığımız tanrısal boyutumuzun yetkinliğini, enginliğini, erincini, ne boyama bezlerine, ne de sözcüklere sığdırabilmek olanaklı. İyisi mi, birkaç dizeyle noktalayıp sözü, ‘âlemi seyre çıksın’ buncağız ‘gökyüzüne’ (12):
“Yakın mı yakındır Üstgerçek onlara ama / Bilmezler de, onu uzaklarda ararlar / -Nasıl da acınasıdırlar!- / Suda yüzen canlının susayışı gibidir davranışları: / Dilenişine benzer onun bir damlacık su için. / Yolu yoksullar içinde yiten oğlu gibidirler / Varsıl mı varsıl bir beyin.” (13)
(1) E. Fromm | (5) M. C. Rumi | (8) M. Eckhart | (11) Lao Tzu |
(2) Y. Emre | (6) S. Nesimi | (9) Haiku, Cilt 1 | (12) S. Nesimi |
(3) E. H. Harakani | (7) H. Mansur | (10) B. Bistami | (13) Hakuin |
(4) E. A. Kassab |