Yerleşimler lağımlara dönüştüğü için miydi ‘insan’ denen yaratığın son yıllarda daha hızlı ‘cardın’laşmakta oluşu? ‘İnsan’ denen yaratık, son yıllarda daha hızlı ‘cardın’laşıp durduğundan lağımlara dönüşmüştü belki onca kent, kasaba.
Yazgı mıydı cardınlaşmak sözde çağcıl (!) insan için? Yerleşimler kirlendiyse boşlayıp da her şeyini – sanki bir Don-Kişot gibi – dağ başında bir yerlere gidemez miydi kişi?
(Aşkın insan imgesini kılavuz edinen adam, arınışı aradığı yamaçlara yöneldi.)
Öldürmüştü Cervantes gerçi Don-Kişot’u ama Son-Kişot’lar diriydi. İlkeli savaşımlara gebe, ödünsüz yaşamlara ilişkin birer simgeydi onlar. ‘İnsan’laşmaya başlangıç, özdek tutkularına mızrak, benlik sevdasına kılıç, beğenilme özlemine kalkandı her biri de. Can kafesinden sıyrılıp Tanrısallığa varışta yetkin birer tindiler; hedefleri uçsuzdu. Ve son/suzdu Son-Kişotlar, Son-Kişotlar son/suzdu.
(Adam, ‘adam’ olmayı, aylar boyu kağıtlara, bezlere boyadığı Son-Kişotlar’dan öğrendi.)
Dağlar giz doluydu hâlâ, dağlar usaşım dolu: Bir gün bembeyaz bir serçe, bir bademin çiçekli dalları arasından, “Dünyaya Merhaba!” dedi. Kirece batmış denli ak mı ak bir serçenin – sanki türünü yadsıyıp yine de – varlığını sürdürüyor olması nasıl da Tanrısaldı!
Gencecik bir insanın – üstelik de kentlerden – dağlardaki adama o günlerde yazdığı mektupların içeriği, yetkinlik tınıları, aklık titreşimleri saçmaktaydı ortalığa.
(Albino Serçe adını taktı adam o gence)
Dağlardaki adamın yaşadığı tüm uzam Son-Kişot boyamalarıyla doldu bir gün, sonunda.
“Al götür bizi…” diyordu boyamalar, “Belki birkaç tutsak tin özenir de bizlere boşlar cardınlaşmayı. Biz dipdiri bir umarız kahverengi serçelerin arasına sıkışmış ‘ak serçe tinli’lere.”
(Kentteki ‘ak serçe’ ile Son-Kişotlar’ı tanış kılabilme coşkusunu duydu yüreğinde adam. Boyamalarla birlikte indi dağlardan, kentlere.)
Tümden cardışmışlar, birazcık cardınsılar, cardınlaşmamak için çabalayıp duranlar Son-Kişotlar’ı dinledi. Duvarlara dizili Son-Kişot boyamaları, günler boyu gözlere, yüreklere ilkeyi, savaşımın öncelikle benliğimize karşı yürümesi gereğini, yalnızlık esenliğini fısıldadılar bıkmadan.
Oysa sezmişlerdi ki, Albino Serçe sanılan o sözde aşkın genç insan yoğurt kabına düşüp üstüne tüyler yapışan bir cardındı gerçekte!
(Adam atmaca kanadı ve katıksız bulut oldu. ‘Umut’ denen kökü de taa dibinden kesince.)
Aldırmadı yanılgının acısına Son-Kişotlar: “Sen umudu tüketsen de, bizlerin sonsuza değin yaşayabilmesi için, renklere dökmen gerek Albino Serçeler’i, acımasız cardınları, bir de biz Son-Kişotlar’ı” diye ünleyip durdular: “Tanış kılınmalı bizler, bilinmez bir yerlerde yaşamakta olan gerçek ‘ak serçe tinli’lere ki onlara bir umar, bir yol, bir ışık oluruz belki. İlki bir yanılsamaydı ama bakarsın ikinci, üçüncü ya da beşinci…”
(Yakasını umuttan kurtarmış olan adam, salt Son-Kişotlar’ı sevindirebilmek için, işte bunları yazdı; kağıda, beze çizdi.)
Cardın: Lağım faresi. Yazgı: Kader.
Aşkın: Kâmil. Ödün: Taviz.
Simge: Sembol. Özdek: Madde.
Tin: Ruh. Giz: Sır.
Usaşım: Mucize. Yadsıma: İnkar.
Yetkin: Arif. Uzam: Mekan.
Umar: Çare.