ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 4 –
24 Ocak 2001
Herkese merhaba;
20 Ekim 2000 tarihli köşe yazısında, Karl Marx’tan bir alıntı yapmış Çetin Altan.
“Üç ay önceki bir yazıdan, bugün söz etmenin anlamı da ne yahu!” dediğinizi duyuyor buncağız sanki. Postacılar köylere haftada bir kez geliyor; bu biir, İstanbul’da yaşayan bir dostumuz, Barkın Kardeş, okunmuş gazeteleri, hafta boyunca biriktirip gönderiyor buralara; bu ikii. Gelen gazeteleri okumakta tembellik etmekteyiz kimi zaman; bu üüç. Yukarıda anılan gazeteyse, her şey bir yana, sıradışı bir biçimde, fazlasıyla geç çarpmış buncağızın gözüne, bu da dört. Her neyse; dönelim alıntıya:
“Tarihte her ne olmuşsa başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.” demişmiş Marx. Onaylamamak olanaklı mı bu yaklaşımı? Peki, ya aşağıdaki iki yaklaşıma ne dersiniz:
Tarihte (ya da ânda) ne olmaktaysa, başka türlü olamayacağı için öyle olmaktadır. Bir adım daha gidersek, gelecekte ne olacaksa başka türlü olamayacağı için öyle olacaktır.
Tarih… Yerkürenin insansal boyuttaki özyaşam öyküsü… Bireylerin yaşamlarının bileşkesi değil mi toplumların tarihi?
Bu kez de, ‘ileri’ yerine ‘derin’e yönelelim ve görelim bakalım nerelere erişeceğiz:
“Bireyin, ya da diyelim ki bizlerin geçmişinde her ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.” demeye kalkışırsak, Marxist bir görüş öne sürmüş sayılırız kuşkusuz. Bu, bireyin ‘dün’ü için geçerliyse, ‘bugün’ü için de, ‘yarın’ı için de geçerlidir doğallıkla. Bakın, bu kez nerelere varıyoruz:
Birey ölçeğinde, bugün başımıza her ne gelmekteyse, başka türlü olamayacağı için gelmektedir. Gelecekte, yarın, başımıza her ne gelecekse, başka türlü olamayacağı için gelecektir.
İyi de, “Dün, bugün ve yarın, her ne olmuş, olmakta ve olacaksa, tanrısal bir dizge içinde gerçekleşmektedir.” diyen gizemcilerin savlarına karşıt bir yan var mı yukarıdaki Marksçı (izninizle, “Marxist” demeyecek buncağız) yaklaşımda?
Alın… Arapça bir sözcük. Değerli araştırmacı, dilbilimci Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük’ünde, bu sözcüğün ilk iki anlamı şöyle sıralanıyor:
1) Yüzün, kaşlar, şakaklar ve saç arasında kalan bölümü.
2) (Kimi şeylerde) alnaç, yüz, önyüz.
Buncağız, birkaç ay öncesine değin, ‘alın’ sözcüğünün ikinci anlamını hiç önemsememişti ‘alın yazısı’ deyimini/kavramını irdelerken. Yıllardır, ‘yazgısal’ boyutumuzun gizyazısı (şifresi), ‘kaşlarla saçlar arasındaki bölüm’de yer alan ‘üçüncü göz’ odağındadır anlamını çıkartagelirdik ‘alın yazısı’ deyiminden. Sonra, bir gün, – öyle olması gerektiği için – o deyimin ilk sözcüğünün, ikinci anlamıyla kullanılmış olduğunu sezinledik. Alın yazısı… Yani, önyazı…
‘Kader’ sözcüğüyle eşanlamlı olan bu kavramın sözlüklerdeki tanımı şöyle: Tüm yaratıklar için olması, Tanrı tarafından önceden buyurulan şeyler. (M. N. Özön, Osmanlıca-Türkçe Sözlük) Yani, ‘öyle olması gerektiği için’ olmuş ve olacak olanlar…
Marksçılar’la gizemciler ortak bir noktada buluşuyorlar mı ne?
Önyazı (kader) kavramını, bir de, sağlıkbilimcilerin gözüyle, sözüyle değerlendirmekte yarar var belki. Hani genbilimciler “Bizlerin geleceğine değgin birçok şey daha doğumumuzdan önce gensel gizyazımızda (şifremizde) yer alır.” demekteler ya… Gün be gün, “Aaa o da, bu da, şu da yazılıymış genlerimizde…” deyip durmakta olan genbilimcilerle gizemciler arasında karşıtlıktan söz edebilmek, aymazlık değilse nedir bu durumda?
Marksçı, bilimci ve gizemci bakış açılarının örtüştüğü bu geniş mi geniş alanda, dikkatinizi şimdilik şu noktaya toplamak istemekte buncağız: Her birimizin başına yarın her ne gelecekse, işte öyle olması gerektiği için gelecek. Öyleyse kaygılanmak neden?
Doğanın Seyir Defteri isimli özün dosyamızdan birkaç alıntı yapalım da noktalayalım bu haftaki mektubumuzu. Bu kez biraz kısa kesmek gerekti çünkü Ergül Kız 18 Ocak gecesi doğum yaptı; üçüz torunumuz oldu. Somurtuk, Çizmeli ve Tekçizme’yi evde, biberonla besliyoruz, daha sağlıklı büyüyebilmeleri için. Az sonra, beslenme saatlerinin geldiğini sezinleyip bağırmaya başlayacaklar. İyisi mi, az ivecen davranalım.
‘Olması gerektiği gibi’ günler dileğiyle.
SAFAİ
yirmidörtocak
nasıl da şakrak hâlâ ökseotları
maki yapraklarından gayrı
bir tek onlar yemyeşil
tadını şehvetle çıkartmaktalar
birer asalak oluşun
ne’ylerler özsuyunu
tüketince ağaçların kim bilir
yirmibeşocak
hayır en erkencisi karasineklerin
çıkma sakın dışarı kal buralarda
hiç kimse ağıt yakmaz ardından
ancak birkaç gün ve gece
yaşamandan dolayı inan
yirmialtıocak
ne ola kim bilir adı
şu göğsü turuncu tüylü
serçe türü kuşçağızın
hep ilkin o gelmede
er vakitte pencereye
akşamları en gecikmiş
‘hoşçakal’ı diyen de o nedense