ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 32 –
24 Temmuz 2003
Yeniden “Merhaba” diyebileceğiz gayrı içimize sine sine. Gayrı, olası dünyacıl sorunlar dışında hiçbir engel kalmadı ele kalem almamızı engelleyen!
Neden miydi bunca suskunluk? Değil salt kalemleri, fırçaları bile bunca zamandır öteleyişimizin nedeni ne miydi?
“ ‘Boşlayış’larımız, gelip de bir sınıra dayanıyor mu acep?” sorusunu, her boyutuyla irdelememiz gerekiyordu… “Yazarlık ve boyarlık uğraşlarımız, ‘yapayalınlaşma’ sevdamıza taş mı koymakta yoksa?” diye bir iyice tartışmamızda yarar vardı ‘kendi’mizi… “Nicedir yazışımız, boyayışımız, kimlik kanıtlama kökenli, varoluşumuzun sağlamasını yapma erekli bir tutum mudur yoksa?” sorusunun yanıtlarını enine, boyuna, derinlemesine çıkarmamız gerekiyordu su yüzüne…
Yok dostlar; hiç de rahatsızlık çekmedik sekiz aydır. Gerek bu mektupları ve ağiçi gazetelere yazageldiğimiz yazıları, gerekse boyarlığı bugünlere değin erteleyişten ötürü, ne varoluşumuza ilişkin kuşkulara kapıldık, ne de “Kanıtlardan yoksun kimlik, yitmiş kimliktir!” diye dürtükleyen İblis’in çağrılarını umursadık.
Bir şeyin ayrımına, pek mi pek güzel vardık sonuçta: Ayinesi, iş miş değilmiş kişinin; ayinesi, ‘oluş’muş! ‘Oluş’, ne denli sağlamsa, o denli gereksinmezmiş kanıtlara, manıtlara!
Apaçık ayrımsadığımız, dahası hücre hücre duyumsadığımız bu gerçeği tadabilmeye değmez miydi dersiniz onca zamanda ortaya çıkması olası ürünleri erteleyiş, bir yanlarda biriktiregeliş süreci?
Buncağıza göre değermiş!
Kalasınız sağlıcakla.
SAFAİ