ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 29 –
19 Aralık 2002
Kezlerce Merhaba;
Bu Nisan güneşi nasıl olmuş da kaçıp gelmiş bugün buralara, ta dört ay öncesine; gel de us erdir! “Bırak yazmayı falan!” diyor kör Şeytan; “…Çalışma odanın şu güneye bakan kocaman penceresinden bol mu bolca giren güneşin ışıdığı alana kur bağdaşını ve o alan batıya doğru yürüdükçe az kıpırdat poponu batıya batıya sen de ve esenliği soluk et, çek dur ciğerlerine saatlerce!
Oysa, âna tanıklık etmek, yazmakla, boyamakla daha bir belirginleşiyor. Oysa, yine uzun bir süredir ne mektup yazmaktayız ne de köşe yazılarını… Bu kezki neden, boyamalara odaklanma falan da değil. Yol Koçaklamaları dizisinde yer alacak boyamaların sonuncusuna da koyduk noktayı, yaklaşık onbeş gün önce. Sergi, 17 Ocak’ta Antalya’da açılacak. 18 Ocak’ta, sergi konusuna ilişkin bir söyleşi, 19’unda da özün (şiir) ve Hint flütü dinletimiz gerçekleşecek yine aynı yerde, Orkun-Ozan Sanat Galerisi’nde. Bu etkinlikler için ek bir hazırlık gerekmiyorsa da, 20’sinde ANSAN Sergi Salonu’nda düzenlenecek olan Sûfîler konulu konuşmaya donanımlı çıkma zorunluluğu var kuşkusuz. İşte bunun içindir ki efendim, Yûnus Divânı’nı ‘hatmedelim’ dedik bir kez daha. Yûnus’un balla, kaymakla bezenmiş dizelerini sekiz-on konu çerçevesinde derleyip durmaktayız nicedir. Yazıların gecikiş nedeni de işte bu, bu kez.
Kalabalıklaşmakta aile şu sıralar; geçen mektupta yazmayı unutmuşuz, bari şimdi anlatalım:
Yaklaşık bir buçuk ay önce, sabahın erce saatlerinde bir kedi miyavlamasıyla uyandık. Hayır, bizimkilerden birinin değildi bu ses; içerdeydi dördü de. Açtık kapıyı, çağrısız konuğu davet etmek üzere. Yarım avuçluk tekir bir kedi yavrusu, umut, yalvarı dolu gözlerle gözlerimizi aramaktaydı. Öylesine soğuk bir sabahta, hiçbir yavru kedi evini boşlamazdı! Anlaşılan, köyden birileri, dağda, er saatte kaçak odun kesmek üzere bizim buralardan geçerken, bu yavrucuğu da atıvermişti hiç acıma duymadan.
Aman nasıl da değerbilir, yumuşak, saygılı bir oğlancık çıktı Teve. (Adını Tanrıverdi koyup, bir de kısalttık geldiği gün.) Evdekilerden üçü, birkaç günde benimsedi Teve’yi; ancak Şarlatan’ın öfkesi, kıskançlığı, bizi ve evi iyelenişinden ötürü başkalarını sindiremeyişi, o günden beri gitgide artarak sürmekte. Oncağızın yanından her geçişte, birkaç tokadı, bir iki miyavlamayı alışkanlığa dönüştürdü. Gerçi Teve şimdilik sinip, pısıp sabrediyor; ama biraz büyüdü müydü kopacaktır dananın kuyruğu.
Yine o günlerde, kasabaya, haftalık alışveriş için indiğimiz bir sabah, pazarda tam ıspanak mı, pırasa mı ne almaktayken, ayağımızın üstünde bir şeylerin dolaşmakta olduğunu sezinledik. Minicik bir it yavrusu, o tombulluğu, noktamsı gözleri, kalkık kuyruğu, devetüyü rengi postu ve kapkara burnuyla, ayağımıza ilişkin sorularının yanıtlarını almıştı da bacağımıza tırmanmaya durmuştu. Pazar çantalarını bir yana koyup, avuçladık hani şu pelüşlerden üretilmiş ayıcıkları çağrıştıran havhavı. Tezgahın ardındaki satıcı, “Al götür.” dedi. Kasaların arasından bir başkasını daha çıkartıp, “Bir daha var;” dedi; “…onu da al götür.”
İkincisini değil de ilkini yeğledik buraya getirmek için. Bilmeyiz minik mi kalacak, yoksa şu yapılı çoban köpeklerinden mi olacak ileride. Şimdilik ağılda, ters çevirdiğimiz bir sebze kasasının altında, üstü eski paltolarla örtülü bir biçimde yaşamakta. Salt koyuncukları, bir de bakıcısını yakınsasın diye, ortalıkta dolaştırmıyoruz. Artık biberonla süt içmiyor; kepek, kemik unu ve süt karışımı bir mama yiyor günde üç öğün. Geldiğinden beri pek büyümediyse de sağlığı, yaşama sevinci ve haşarılığı yerinde.
Adı mı?
‘Dolaşan’ koyduk adını.
Hani geçen mektuba, http://serbestkose.dinamit.gen.tr adresine bırakılan bir iletiyi aktarmıştık. ‘Anal-shit’ ya da benzeri bir takma adla yazılmış, adressiz bir iletiydi hani. İşte o iletideki konuya, sözde eleştiriye biraz değinelim isterseniz:
İsmini gizleme gereği duyan o okurumuz, bizde de benlik olduğunu ‘keşfedivermişti’ de sövüp saymalara falan durmuştu. İyi, hoş da buncağız ne taş, topraktı, ne de ot, sap, saman; kuşkusuz olacaktı benliği, nefsi, egosu. İnsan, insan olduğu sürece, benlik denen o köpeğiyle birlikte yaşayacaktır; yok edemez ki onu! Beceri, benlik köpeğimizin bizlerin önünde mi yoksa ardında mı gitmekte olduğunu her ân gözlemleyip, onu, ardımızsıra yürümeye zorlamaktır! Üstelik buncağız hiçbir yazısında ya da konuşmasında “Benn şöyle uçanlardanım, böyle kaçanlardanım.” falan da diyegelmedi ki bugünlere dek a sevgili anal-shit dostumuz!
Dostumuzun, ermişleri, bilgeleri ağzımıza almamamız konusundaki ‘fetva’sına gelince: Peki, onları anmayacağız da kimleri anacağız? Öncümüz o aşkın kişiler olacak ki iki adım yol alabilelim eğer becerebilirsek. Sen boşver bizim ne olduğumuzu da, yazageldiklerimizi okumaya bak sevgili anal-shit kardeş.
Sözü, Yûnus’tan iki dizeyle bağlayalım iyisi mi:
“Yûnus bu sözleri çatar, halka ma’arifet satar.
Kendüsi ne kadar dutar; söylediği yalana bak!”
Haydi eyvallah!
SAFAİ