ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 28 –
16 Kasım 2002
Yok, hayır; bu kezki merhabanın gecikmesi ne İzmir’deki sergi, ne tembellik ya da sağlık sorunu, ne gündelik işlerin çokluğundan. Baştan aşağı, sabahtan akşama renk, desen, boyama olduk birbuçuk aydır. Yol Koçaklamaları adını verdiğimiz yeni diziye eklenecek boyamalara öylesine bir dalıverdik ki, ne siz sorun, ne buncağız anlatsın!
Ekim başında açılan İzmir sergisi, gerçi 18 Ekime değin sürdü; ama buncağız açılıştan üç mü dört mü gün sonra döndü, geldi buraya. Pek de iyi yaptık; kentlerin keşmekeşine ancak bu denli dayanabiliyoruz çünkü. Kentlerde, keşmekeşin, gürültünün, koşuşturmaların harman olduğu uzamlarda ürün çıkartabilen boyarları, yontarları, yazarları kutlamak gerek doğrusu! Yapacakları işlere nasıl oluyor da odaklanabiliyorlar ki acep onca karmaşa içinde? Bunlar dışında, bir de eş dost trafiği ile oyalanıyorlardır oncağızlar kuşkusuz. Gerçi kimler, neler üretiyor; bildiğimiz, izlediğimiz falan yok; ama kentleri uzam tutanların kısır kalışlarını belli oranda hoş karşılamak zorunda kalıyor insan yukarıdaki nedenlerden ötürü.
Tarladaki son ürünleri de topladık Ekim ayı ortalarında. Domateslerin kimi kurutuldu, kimi salçaya dönüştürüldü, kimi torbalanıp derin dondurucuya kondu kışın tüketilmek üzere, fasulye, biber ve brokolilerle birlikte. İki çuval un, bir çuval şeker, üç, dört kilo da çay yedekleyecek olsak, kış boyu kasabaya inmek gerekmeyecek! Yine de bu denli yabanıl davranmıyoruz; iki haftada bir bile olsa iniyoruz kasabaya gerek kışlık meyve falan almak, gerekse buralara gelemeyenlerle görüşebilmek için. Üstelik bu yazıları falan da göndermek gerekiyor arada sırada. Hoş oluyor dönmek geri yamacımıza; bir sevgiliyi bir ânlığına da olsa yitirip yeniden bulmak gibi bir şey oluyor.
Nasıl da görkemli ve uzun bir sonyaz yaşanmakta bu yıl burada! Gündüzler, yâr kucağı denli sıcacık sarmalamakta insanı, tembelliğe, uyuşup kalmalara çağrılamakta. Gecelerse, dili iğneli bir dostun insanı kendine getiren ürpertişlerine eş titreyişlere neden olmakta sanki. Her ikisini de yaşamak hoş ve esritici; yeter ki sayrılanmayasın neredeyse 20 dereceye varan ısı değişiminden ötürü! Bir de, işin gücün salt aylaklık değilse eğer teslim oluvermeyesin gündüzlerin elden, ayaktan kesen ılıklığına; akşamı edersin de, “Daha gözümü açıp kapamadım bile!” diye hayıflanırsın bir yaman yoksa!
Yanıyor kiraz ağaçları alev alev, kızıl, kızıl, turuncu turuncu… Sonyazlarda, bir kiraz bahçesinden daha görkemli, daha olağanüstü bir şey var mıdır acep görmesini bilenler için? Budacıların “Kiraz da kiraz…” deyip durmaları, salt çiçeklerinin albenisinden ötürü değil demek; sonyazlarda yapraklarının renkleri de bir âlem… “Beş ton kırmızı, üç ton turuncu, on ton yeşil vardır!” diyen beri gelsin de görsün hele yüz kırmızı, bin turuncu ve yeşili şu sıralar buralara!
Kiraz ağaçları alev alev şu sıralar. İyisi mi hiç dışarı çıkmamalı; bir tek boyama bile bitiremez insan billahi, günlerce ve günlerce!
Eski bir dostunuz, bir zamanlar her şeyinizi içtenlikle paylaşmış olduklarınızdan biri, yedi yıl sonra “Bağışla beni…” diye ileti gönderirse ne yaparsınız? Hele hele o eski dost kedinin yavrusunu yiyeceğinde küle belediği gibi, sizi karalayabilmek için nice dayanaksız neden üretmeye kalkışagelmiş idiyse, ne yaparsınız? Yeni yeğleyişlerini gizlemeye kalkışacak denli ikiyüzlüce davranmış idiyse…? Yeni dostlarını üstünüze salıp da havlatmış idiyse size ve susmuş idiyseniz köpek olmadığınız için, ne yaparsınız; deyin hele? Hele hele, ona yazdığınız ve size yazılmış olan tüm mektuplar hâlâ dosyanızda ise ve bir gün yeniden açılıp ilişkinin asal eksenini Tanrısallığa oturtmaya çabaladığınızı haykırıp durmaktaysa onlar bugün bile…?
“Boşver bizim seni bağışlamamızı; sen seni bağışla, sen seni bağışla, seni bağışla!” demez misiniz, siz de olsanız buncağızın yerinde?
İyii; biz de öyle yaptık zaten! Ne bitenlere ağlayacak zamanımız var, ne başlayacakları umutla beklediğimiz; önemsediğimiz tek konu insanın insana güveninin berelenmemesi!
Bereliyor işte kimileri be yahu!
Neyse; sağlık olsun!
Haa, bir şey daha vardı mektuba eklenecek; az daha unutuluyordu.
Biliyorsunuz; üç ağiçi gazeteye yazılar yazıyor buncağız dönem dönem. Geçenlerde, http://serbestkose.dinamit.gen.tr ye bir ileti göndermiş bir okur. Hem zaman ayırıp yazımızı okumuş, hem de erinmeden görüşlerini içeren bir yazı yazma zahmetine katlanmış. Keşke adını ve ileti adresini de yazsaydı da teşekkürü adresine, ayrıca gönderebilseydik. 1 Temmuz 2001 tarihli mektubumuzda, övgülerinizi kendimize saklama, yergileriniziyse yayımlama sözü vermiştik hani; işte o iletiyi de, hiçbir harfine dokunmadan paylaşıyoruz sizlerle.
Haydi eyvallah; esen olun.
SAFAİ
Gönderilme Tarihi : 2002/09/07 15:34:43 Mesajın Konusu : …who siperetüel your matteryalizm(verdiim not mısır Mesajın İçeriği : yıkamakla geçmiyor kokusu o leşin ağzındaki, “ben”lik çakalın sırıtıyor satır aralarında çünkü..kim oldun sen ardına almaya çabaladığın onca kutlu insana karşın sor bunu kendine önce, yolun yolsa gerçekte ) keçiboynuzu gibi tadın 1 damla bala değmiyor gevelediklerin..seni okumak dehşet verici bir bölünmüşlük öyküsü doğudan batıya, ilkesiz belkemiksiz sancıların, uluman ancak çoccukları kandırır,HASİTTİR