ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 24 –
26 Haziran 2002
Aman ne güzel yorulmaktayız şu sıralar! Aman nasıl da yetişememekteyiz doğanın hızına; yorgunluktan elimiz, kolumuz nerede, ayağımız, bacağımız ne’ylemekte nasıl da bilememekteyiz!
Gerek – yanılıp da – “Yardım edelim mi?” deyivermeye kalkışan dostlar, gerekse Hülya Çocuk, sabahın altısından gecenin onikisine dek kah koyun güdüyor, kah ot biçiyor, kah çilek, kiraz topluyor, kah su yollarını açıyor ya da peynir, tereyağı yapıyorlar. Bu yoksulsa, bakıyorsunuz onlara yardımcı oluyor, bakıyorsunuz ağiçi gazetelere yazı ya da dergilerden gelen sorulara yanıt yetiştiriyor. Günübirlik ya da birkaç gün kalmak üzere gelen konuklarla derinlikli, özlü, üretken söyleşiler yapıyoruz ki barlarınızda, kafelerinizde falan tanık olabileceğiniz türden şeyler değil hiçbiri.
Kimileyin Tanrısal kişiler gönderiliveriyor buraya; köpük köpük, ırmak ırmak, deniz deniz kabarıyor yüreğimiz de, kalemimiz de.
Okumak ister misiniz sonuncu ürünü, ilişkilerin nitelik ve derinliğini enine boyuna düşlemleyebilmek için?
onikihaziranikibiniki
“gel” dese bu dudaklar
sanki gitmişsin de uzaklardasın sanki
ya da belki biz içre değilmişçesine yorulur
tutarız da dilimizi lâl oluruz billâhi
“cananın canısın sen” desek
“canının cananı değil mi de öyle dersin
o senmişçesine sen sen olan
oymuşçasına onda olduğun” diye sorulur
bir dirliktir ey can yaşanan
ey biten – ben – yerine – ben
ey yââr
adı birillik konulur
sınamıştır arslanlığı nice gün gece
ne var ki birden aman
kuzulaşır kumrulaşır cariyeleşir o tin
yetmişyedi kat dibine iner ân be ân
kör mü kör şeytan yerin
ve umarsızlıktan köpekleşir de
ulur ha uluur
derken sezersin ki o dirimsiz devinimsiz
ve hiç mi hiç eşilmemiş
gizil ve erişilmemiş
yürekten bir ses duyulur
serçe olur sevda olur kor olur
Burada bize yoldaşlık eden çocukların durumunu küme küme anlatalım ki onları kimileyin merak eden dostlar da yeterince bilgi edinmiş olsunlar haklarında:
Hani üç yavrusu vardı Hanımkız’ın. Onlardan biri, BJK, oldukça sıradan, silik, bildik kedilerden oldu. Marsık, şu kömür rengi erkek bebecik, sıradışı bir avcı ve fare ya da kuş yakaladıkça epeyi fırça yiyor bizden. Asıl kimlikli, kişilikli, zeki olansa Şarlatan! Kapkara ve dişi… Yeşil, bildiğiniz yeşil gözleri var! Bunca yıldır kedilerle haşır, neşirdir buncağız; hiç bu renkte gözleri olan bir kediyle karşılaşmadı! Tanrım; ne benodakçı ve ismini hak eden bir yaratık! Mutfak tezgahında her kim iş yapmaktaysa, omzuna çıkmadan edemiyor bir türlü onun. Daha sıradışı olan yanıysa, birileri onu çekiştirerek gülüverdi miydi, benlikli bir insan gibi öfkelenmesi, dahası hırlaması, pençe atması ona.
Bebelerin doğumunun ardından, iyiden iyiye içine kapanır oldu Çıtçıtgöz; şu babası İranlı, anası Siyamlı oğlancık. Onlar doğmadan, nasıl da ilgi odağıydı oysa her gelenin! İlginin bölüşüme uğramasıyla bir huzursuzluk, bir somurtukluk baş gösterdi ki değmeyin gitsin.
Hanımkız’sa hep kişilikli, dingin, özenli bir hanımcık olarak yaşlanıp durmakta. Dizine çıkacağı insandan, bir de değil iki kez izin almadan devinmiyor bile. Her iki miyavlamasında da “Gel” derseniz, o zaman oturuyor boylu boyunca dizinize. Sonra da hoş mırıltılarla övgüler sunuyor dizinde oturduğu kişiye.
Gelelim koyuncuklara, koçlara, kuzucuklara:
Toplam sayıları otuzikiyi buldu onların da bu yıl. Özellikleri en belirgin olanlardan birkaç örnek verelim ki anlatı, betik boyutuna varmasın:
Hani şu geçen yıl doğup da sık barsak hastalığı çeken, zar zor büyütülen, sanki bir enikmişçesine bizlere bağlı olan minyatür oğlan, yeni kuzuların doğmasıyla birlikte ilgimizi yitirince, sürüye uyumlu bir kimlik kazanıverdi. Eni, boyu altı aylık bir kuzununkini andırıyor; pek büyüdüğü falan yok; ama boynuzları büyüyüp gidiyor. Ne kesmek için, ne de damızlık olarak kullanmak üzere satın alacak oncağızı birileri; bizlerle birlikte kocayacak anlaşılan; Tanrı olur verdiği sürece.
Bu yıl, hem 5800 gram ağırlığında, hem de iki kilo üçyüz gramlık yavrulara tanık olduk. İlkinin adı Danacık ve adını hak etmek için sanki sıradışı bir büyüme içinde. Görkemli bir koç olacak gelecek yıl.
Geçen yılın kızlarından biri, bir kaçamak sonucunda daha altı aylıkken hamile kalıverince, bir yaşını doldurmadan bir bebe üretti yağmurlu bir günde. Adı bundan ötürü Yağmur kondu işte, oncağızın. İki kilo üçyüz gram ağırlığındaydı ve boynu, başını tutabilecek kertede güçlü olmadığı gibi, dili de biberonun lastiğini ememeyecek denli işlevsizdi. Melemeye bile doğumdan üç gün sonra başlayabildi Yağmurcuk; ama hırslıydı, bağlıydı yaşama; ölmemeye kararlıydı. Diğerlerinden daha yoğun bir bakım uygulamamızın ardından, olağan ağırlığın neredeyse üçte ikisine vardı. Bu hırsla, kardeşlerinin çoğundan daha yapılı oluverirse, hiç şaşmayacağız.
Annesi mi?
Minicik kaldı; önümüzdeki dönemde, çiftleştirilmeyecek biraz daha büyümesine olanak sağlanabilmesi için.
Üç tavuk, bir de horozumuz var kümeste.
Tavuklardan biriyle horoz spenç ırkından. Oğlanın adı Zorba ki kedileri bile yıldırdı o minicik yapısına karşın! Tavuklar, kümes açılıp da ağıla dalıverdiler miydi, mutlaka deliveriyorlar yem çuvallarından birkaçını. Bizler yem olarak, önlerine tahıl atmıyorsak da apardıklarıyla öylesine şişmanladılar ki, yumurtlamıyorlar nicedir. Üç, dört gündür kümeste tutuyoruz tümünü de biraz zayıflasınlar diye. Et boğacak adamları yoksa!
Geçenlerde pazardan bir çift de güvercin aldık. Daha yaşlarını doldurmamış olduklarından ötürü oldukça beceriksiz, ne yapacaklarını bilmez bir durumda, ikinci göz kümeste büyümeye çabalayıp durmaktalar. Umulur ki sağlıklı bir biçimde çoğalır giderler.
Bahçede boy boy kaplumbağalar, köstebekler ve kurbağalar varoluş gerekçelerini yerine getiregeliyorlar her zamanki gibi. Şen ve esenler efendim. Bizlerden de daha Tanrısallar; çünkü benlikleri yok alt etmeleri gereken.
Bir başka mektupta, başka konulara da değiniriz sağ kalırsak. Şimdilik hepsi bu işte.
SAFAİ