ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 19 –
1 Eylül 2001
Bir kez daha merhaba buralardan. Kuraklığın olanca acımasızlığıyla süregitmekte oluşundan gayrı ne tasamız var ne de sıkıntımız; eğer buncağızı sual eyleyecekseniz. Salt “Vardır bu kuraklıkta bile bir hayır.” demekle kalmayacağız kuşkusuz; burgu vurdurup su bulmak için ivedi girişimde bulunmak gerekiyor. Tarlanın iki köşesinde kendiliğinden yetişmiş böğürtlen çalıları, sanki suyun pek derinde olmadığını muştulamakta gibi ya, kesin bir şeyler söyleyebilmek de ancak burgucularla görüştükten sonraya kalacak doğallıkla. Neyse ki, eskisi denli kesilmiyor içme suyu köyün; kirazları diri tutabiliyor, kendimiz yunabiliyor, koyuncukların önüne içecekleri denlisini koyabiliyoruz.
Yıllar önce tanıştığımız, ancak, nedeni buncağızda saklı gerekçelerden ötürü yeterince iletişim kuramadığımız bir arkadaşa, dörtbuçuk yıldır sürdüregeldiği “Bir gün…”lerini bırakıp, “Bugün…”e sıçramasını önermiştik yaklaşık onbeş gün önce.
“Senin oraya gelmek, yalnızca otobüse binme kararı verip, bunu uygulamak mıdır sanıyorsun?” diye sormuştu o da. Kuşkusuz soru amaçlı bir tümce değildi bu; kendince yanıtı “Hayır!” olarak çoktan verilmişti o sorunun her nedense. Oysa her ve her konuda kolayı zor eden bizler değil miyiz? Yollarımız üzerine öcüleri yerleştirip sonra da o öcülerden korkan…? Prangaları, tasmaları, halkaları ilkin boyunlarımıza, bileklerimize ve her neremizi bulursak işte oralarımıza takıp, ardından da bunlardan yakınan…? İşte o gencecik arkadaş buralarda olacak yarın sabah. Bir ışık, bir umar sayabilecek mi bizi; kim bilir? Ne var ki, en azından, kendine özgü engellerini yıkabilmenin hoşça esenliğini yaşayacak kuşkusuz.
Yaklaşık birbuçuk ay önce, bir gazeteci hanımın buncağıza ilettiği sorulardan birinde de benzer ikilemlerin kokusu vardı: Hiçbir şeyinden ödün vermeksizin, kurulu düzeninde en azından evrimlere bile kalkışmaksızın sıradanlığın nasıl aşılabileceğine ilişkin reçeteler sormaktaydı buncağıza. Derken, soruların dışına taşan birkaç telefon iletisinin ardından, Martı Jonathan’dan Yünatanmartı’ya isimli betiğimize gönderme yaparak, “Boncuklarımızı boşlayabilsek, çook benim gibiler.” demişti. Hem kız kalıp hem gelin olmayı kim becerebilmişti ki oysa!
Sarayda kızını evermiş Necmettin Beyamca! Olay, sizler için eski kuşkusuz; ama, daha önce de yazdık ya; gazeteler buraya ancak bu hızla ulaşıyor. Bu yoksul yeni duydu dillere destan düğünü.
Necmettin Beyamca, dilinden düşürmediği gibi elinden de düşürmüyordur Kur’an’ı, inanıyoruz ki. Hani şu “Savurgan Şeytan’ın kardeşidir.” sözlerinin de yer aldığı âyetin hangi âyet olduğunu o bizden daha iyi bilmelidir dolayısıyla.
Şimdii; 2001 Türkiye’sinde, Çırağan Sarayı’nda kız evermek savurganlık mıdır, değil midir sorusuna yanıt bulmaya kaldı iş. Eğer Necmettin Beyamca “Değildir.” derse, Şeytan’ın kardeşi olmaktan kurtuldu gitti! Yok eğer “Ben bunca yıl devlet yöneticiliği yaptım; bu ulusun ancak yüzde ikisi, üçü falan saraylarda düğün yapacak denli savurganca davranabilecek kertede varsıldır.” olursa Amca’nın yanıtı, o zaman, yandı gülüm keten helva!
Haa; bir şey daha var: Yalvaç Mustafa, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” demiş midir, dememiş midir; bir de bunu sormalı Necmettin Beyamca’ya. Eğer “Ben açlarla komşuluk etmiyorum ki!” diyecek olursa da, ona, tüm dünyanın artık küçümencikleştiğini anımsatmalı ve duyurmalı milyonlarca insanın açlıktan kırılıp gittiğini. Yalvaç Mustafa, komşusu açken saraylarda düğünler yapanlar için ne derdi diye de bir güzel düşünmesi salık verilmeli ona.
Kuşkusuz, Necmettin Beyamca ve benzerlerinin ikiyüzlü olduklarını düşünmek bile istemeyiz! Neden mi? O durumda, bir zamanlar açkılarını dağıttığı cennetten de, Tanrı’dan da pek mi pek uzağa düşecektir de ondan. Yalvaç İsa, “Hırsızların, katillerin, fahişelerin bile, gerek benim, gerekse Babam’ın yanında yerleri vardır; ama ikiyüzlüler sakın yanımıza yanaşmasın.” der de…
Gözünüze ilişti mi hiç Buğday dergisi? Çevreci (ekolojik) tarımı öne çıkaran konuların yanısıra, gizemciliğe de köşesinden, bucağından dokunan hoş bir dergi Buğday. (Sürdürümcü olmak isteyenler bugday@yahoo.com adresinden bilgi edinebilirler.) İşte o derginin Eylül sayısında buncağızla yapılan bir söyleşi yer alacak. Konu dağılmasın diye, usumuzdaki bir soruya yer vermedik o söyleşide; buradan sormuş olalım:
Bitkisel beslenmeyi yeğleyegelenler, inek ve koyun besiciliğine pek sıcak bakmazlar, onların beslenmesinde tahıl tüketildiğinden dolayı. İyi de, hem çevreciliğe yandaş, yani örgensel (organik) gübre kullanmayı yeğlemekte olup, hem de besiciliğe soğuk yaklaşılırsa, salt bitki artıklarıyla nasıl sağlanır yeterli örgensel gübre; bir anlatsalar iyi ederler; bu bir. İkincisi, yapay ürünlere büyük çoğunluğu haklı olarak karşı çıkan dostlar, besicilik yapılmazsa, ayakkabı derilerini hangi yöntemle üretmeyi düşünmekteler? Koyun üretimi sonucunda elde edilen yün, kumaş ham malzemelerinin başlıcalarından biri. Eğer doğal ürünlerden dokunacak giysileri yeğlemek gerekirse – ki kuşkusuz böyle olması gerekir – kışları da mı pamuklu ya da doğal ipekten dokunacak giysilerle gezmeli insanoğulları onlara göre; bu da üç. Tamam; buncağız da o güzelim canlıların kör boğazlarımız uğruna öldürülmelerine karşı; ne var ki, “Yaşam sürelerinin sonuna yakın bir evreye değin sütü, yünü değerlendirilip, son evrede de eti ve derisi gömüt kurtlarına değil de insana hizmet etse onların da.” diyor bu çoban.
(Soluğu can kafesinden çıkma evresinde, buncağızı da bir biçimde değerlendirebilseler ne iyi olur.)
Yepyeni bir Üçüncügöz dergisinin yayın dünyasında yerini almak üzere hazırlıklarını tamamladığına ilişkin bilgiler geliyor İstanbul’dan. Bu çobanın da yazıları yer alacak Üçüncügöz’de; Aslıyok Köyü’nden Mektuplar’dan bıkmayanlara duyurulur. Dergi, dinsel köken ayrımı gütmeksizin gizemciliğin tüm boyutlarını hem de enine, boyuna yansıtmayı kurmakta okuyuculara. Ülkedeki süreli yayınlar arasında bu tür bir derginin yokluğu, nicedir duyumsanmıyor muydu? Umulur ki sahip çıkar okur Üçüncügöz’e. Tüketimin varoluş ölçeği/kıstası sayılageldiği evrelerde böylesi dergiler çıkartmaya sıvanmak gerçekte Son-Kişot’luktur. Şeylerin birbirine benzerlikleri, artık iç bayıcı bir artışla sürmekteyken, apayrı sesleri, solukları derleyip sunanların o şövalye yapıları, belli sayıda destekçi buldukça yetkinleşir doğal olarak. Ülkemiz insanının en büyük eksiğiyse, böylesi girişimleri gerektiğince desteklememek, eleştiri kantarının topunu yerli yerinde tutarak öylesi girişimcilere uyarıcı oluş görevini, önerici oluş yükümlülüğünü yerine getirmemektir sanımızca. Böylesi bir dergi, bizim ülkemizin insanlarının da hakkıdır gibimize geliyor. (İletişim kurmak ve sürdürümcü olmak isteyenler için tlf: 0 212 224 92 85 / 0 212 225 03 08)
Şu sıralar Soğuk Doruktaki Adam isimli betiğe göz atıyor buncağız ara sıra. (Yol Yayınları, Çeviren: Ömer Tulgan) Zen Budacı bilge Han Şan on yıllarca Soğuk Doruk adlı bir doğada yaşamış, büyük olasılıkla yedinci yüzyılda. İşte onun özünlerinden birkaç kısa örnek:
ne güzeldi eski kaos günleri
ne karnımız acıkırdı ne çişimiz gelirdi
kim geldi de deldi
şu dokuz deliği başımıza – kıçımıza
gün be gün yemek ye giyin
vergi öde öfkelen
bir kuruşçuk için binlercemiz vuruşur
boğaz boğaza ve haykırarak boğazları yırtılasıya.
***
vardım mı bir kez soğuk doruğa
biter bütün dertlerim
kafa karıştıracak şey kalmaz
ve yürek karartacak
huzur içinde
bir şiir kazırım kayalara
koyveririm
dalgalansın bağlanmamış bir
kayık gibi dünya.
Han Şan’dan binüçyüz yıl sonra hâlâ, bağlanmamış bir kayık gibi dalgalanmakta dünya ve bir kuruşçuk için binlercesi vuruşuyor insanoğullarının.
Ne garip!
Lütfen kendiniz için özel yanıtlar beklemeyin buncağızdan; çünkü ancak kasabaya falan indiğimizde, ağiçi (internet) iletilerine ulaşabiliyoruz. İletilerinize, sövgülerinize, uyarılarınıza kapalı değiliz ve bu mektuplarda, daha önce de olduğu gibi buncağıza ilişkin olumsuz görüşler içeren gönderileriniz kesintisiz yer alacak. (Olumluları kendimize saklayacağız.)
Eski mektuplarımızdan birine hani bir öğretmen(!)in gönderisini eklemiştik. Aynı öğretmenden bir ileti daha aldık eklenesi bulduğumuz.
Biz kızmadık; siz de kızmayın lütfen.
Haydi eyvallah.
SAFAİ
To: safai@ymail.com Subject: Re: Fwd: Safai_Asliyok_16 Date: Sat, 11 Aug 2001 17:42:33 +0300
hiç saygi degmez Sefai bundan üç dört ay önce bir kitabinizi okumus ve onunla ilgili tenkidlerimi bildirdikten sonra size birkaç soru sormustum.Fakat siz bir yazar olarak bana kiymet vermemis degerli kabul etmemis yok saymis ve sorularima cevap vermemistiniz.Sahsi kanaatimi belirteyim.Insan olarak çok iyi olabilirsiniz(hiç zannetmiyorum çünkü ayinesi isidir kisinin lafa bakilmaz) ama bir yazar olarak bir hiç oldugunuzu rahatlikla söyleyebilirim.Ben size deger verip kitabinizi okumus size olumlu veya olumsuz tenkitlerimi bildirmisim Sizin için zamanimi ayirmisim neticede bir bir sey olmamis gibi davranmissiniz.Yazarlar okuyucusuna kiymet verdigi ölçüde basarili olurlar.sizin buna ihtiyaciniz yok anlasilan.herne olursa olsun hosgörülü olmak zorundadirlar.Ben okulda (Türk dili ve Edebiyati)böyle ögrendim.Siz yazarolma vasiflarini tasimadiginiz için nerden bileceksiniz. Yanlis anlamayin bu yaziyi size hakaret etmek için yazmadim sadece gerçekleri yazdim o kadar