Öykünülesi dostlar, özenilecek tanışlar var mı etrafınızda? Geçtik yakın çevreleri, dostunuz değilse bile, erdem simgesi sayılan, ‘satılmaz’lığınıza değgin ‘kalıp’ basılabilen, eline bıçak verip sırt dönülebilecek kaç insandan söz etmek olanaklıdır acep şunca milyon kişilik bu koskoca ülkede?
İlkelerini her ân, ödünsüz iyelenen, inançlarına bedel, kişiliğine eder biçilmesi olanaksız üç, beş Ademoğlu’yla, birkaç Havvakızı’yla kaç kişi karşılaştı? İçki masalarındaki sineksi vızıltıları, asışları, kesişleri boş verin hele! Sözleriyle yaşamı birbirine tam koşut kişilerle yüzyüze geliş esenliğini kaçımız yaşamıştır yirmi, yirmibeş yıldır?
Bire bir yanılsamaydı ‘saygın’ sayılanların bütünü de neredeyse; öyle değil mi? İmgemizde ‘eşsiz’leşen o kof kabuk kurtları ve helyum gazlı balonlar – hayıflanmalara gebe koyanlar yüreğimizi – geçilecek başka ‘ırz’lar aramaktadır şimdi…
Her iki yanında da ‘Satılık Ateş’ yazan bir minibüs görürseniz şu sıralar çarşılarda, sakın şaşırmayasınız: Yarı-tanrı Promethe, ‘peşinatsız, taksitle, vade farkı almadan’ ateş pazarlamakta! Kent kasaba dolaşıp, okka dirhem satıyor tanrılardan çaldığı alazı insanlara.
Galata Kulesi’nin oralarda görmüşler tanrıça Kibele’yi. Yüksekkaldırım’ın en çok iş yapan sermayesiymiş. Rekor için, Manukyan’la yarıştığı bir yaşamın düşlerini kurmaktaymış boş kaldığı zamanlarda!
Hüseyin bin Mansûr’un torunu gezmeye geldi geçenlerde buraları. ‘Diyanet Takvimi’nin satışını üstlenmiş. “Onbin sattım bir ayda.” diye kasılıyordu; hedefi yirmibinmiş!
Kalenderî dervişler, ‘tivi’ler arasında mekik dokuyordu dün: Geçmişlerine değgin dizi film öyküleri satma sevdasındalar!
Bunca sözün özü dostlar;
‘Erdem’ incik, ‘ilke’ pul…
‘Kimlik’ kül, ‘inanç’ duman…
‘Yalan’ harman, ‘dolan’ yayla…
Kuburların kokusu, tüm kentleri yuttu da dağlara dek dayandı yayıla, yayıla hey!…
Geçtik bütün bunları, haydi bir yana koyduk; acaba içimizden kaçı bakabilmekte aynadaki yüzüne? Boyanırken değil ama, traş olurken değil… Kırlaşan saçımıza, dudaktaki uçuğa, akan kirpik karasına odaklanıp bakmayı, ‘bakma’dan saymayalım. Şöyle bir göz atmaktan söz etmiyoruz; biline! Gerçekten, ‘herif’ gibi, gözbebeklerinin bile ta gözbebeklerine kaç kişi bakabilmekte?
Kaçımız aklanacak ‘insan olma davası’nda, kendi yargıçlığını yapsa? Hele sınayalım bir yol.
‘Savunman’lık üstlenmeden, salt ‘savcı’mız olalım. Deneyelim bir kez hele!
‘Yarın.’ demeyelim; ‘Bugün…’
‘Biraz sonra.’ değil; ‘Şimdi!’
Bindokuzyüzseksendokuz