ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 16 –
1 Temmuz 2001
Uzun bir aranın ardından bir kez daha merhaba.
Ağ kümemizde yer alan mektuplardaki yazım yanlışları, geçen haftasonunda düzeltildi. Yeni mektuplarda, olası yazım yanlışlarına olanak verilmemesi için Boğaziçi E-Çözümler A.Ş. ile bu mektupların dizimini yapan değerli arkadaşımız yeni bir yöntemde anlaştılar ve yeniden başladık yazmaya işte!
Yılbaşından beri sürüp gelen bu mektupları artık keseceğimize ilişkin bir not gönderilmişti okuyuculara 30 Nisan 2001 tarihinde. O not yalnızca sürdürümcülerin adresine iletilmiş, yer almamış sitede. Yeni, bu mektupları doğrudan ileti adresine ulaştırdıklarımız kesintinin nedenini bilmekteyken, sitemize göz atanlar kopukluğa, kuşkusuz bir anlam verememekteler. Onun için sevgili baylar, bayanlar,… 30 Nisan 2001 tarihli notumuzu yeniden aktarma gereği duyduk sizlere:
“Merhaba herkese;
Sizlere ağiçi aracılığıyla ulaştırageldiğimiz bu mektupların bilgisayarlara nasıl bir biçimde yansıdığını ancak dün görebildik. Köy santrallarına bağlı telefonlarla ağiçine girebilmek Türkiye’yi çağıcılaştırmaktan neredeyse daha zor olduğundan, iletileri el yazısı ile hazırlayıp kasabada esnaflık yapan komşuların aracılığıyla İstanbul’da bir dosta ulaştırıyorduk. Bilgisayarla yeniden yazılan gönderiler bu kez bu kez de ağ kümemizi hazırlayanlarca bir kez daha düzenlenerek iletiliyordu sizlere. Bilgisayarlardaki çıkış biçimlerine ilk günden beri ulaşmak için can attığımız mektuplar dün elimize geçince, diken diken oldu tüylerimiz; korkunç yazım yanlışları kanımızı dondurdu.
Her ne halt edilirse edilsin, kişinin, sonuçta en eksiksiz ürünü sunmakla yükümlü olduğuna inananlardanız. Eğer bunu beceremiyorsa, boşlamalı kişi kalemi, kağıdı, fırçayı, ya da elindeki malzeme ne ise işte onu… Bu inancımızdan ve sizlere olan saygımızdan ötürü, bunca zaman yarım yamalak sunulmuş bu mektuplara bir son vermeyi görev bildik.
Her ne denli benimsenesi sayılmasa da, kesintisiz sürmüş yanlışlardan dolayı dileyeceğimiz özrü benimserseniz seviniriz efendim.
Herkes hoşçakalsın.
SAFAİ”
Aslıyok Köyü’nden Mektuplar’ın şu son birkaç aydır yazılmayışına hayıflanıp bunun nedenini sormaya gerek duyarak elektronik posta adresimize iletiler göndermiş ya da buncağızı telefonla arayagelmiş olan okuyucular ve dostlar yazılanların, en azından bir kesimce, ilgiyle izlendiğini gözler önüne serdi. Gerçekte her yazan, çizen denli buncağızın da usunda kimileyin beliriveren bir soruya, “Söz, boşuna söylenmekte olmaya sakın; zaman mı yitirilmekte ?” sorusuna da yanıt sağlanmış oldu böylece.
Hazır, yeri gelmişken, bu siteyle sizlerin buluşmasını hiçbir ücret almaksızın sağlayan Boğaziçi e-çözümler A.Ş.’ye teşekkür etme borcumuzu da ödeyelim ve salalım bakalım kalemi, nereye varır:
Şu aralar buncağıza gönderilen betiklerde öylesine ilginç kimi yaklaşımlar var ki; bunları sizlerle paylaşmadan edemeyeceğiz. Sanki, dev bir mozaik kaplamanın eksik kalmış kimi parçaları da yerli yerine oturuvermiş oluyor aşağıda yer alan saptamaların/soruların birleştirilmesiyle:
Biliyor musunuz, Karl Marks’ı ‘Cebrail’i olmayan yalvaç’, ‘çarmıhı olmayan İsa’, ‘peygamber değilse de kitabı olan kişi’ deyimleri ile tanımlamaya çalışan düşünür kimmiş ?
Muhammed İkbal!
Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde doğan bu İslam düşünürü, ortaklaşımcılık düşünüsünün (Komünizm’in), yalnızca midelerin eşitlenmesine önem verdiğini, oysa, kardeşliğin (yoldaşlığın) öncelikle gönüllerde gerçekleşmesi gerektiğini savlayarak, Marskçılık düşünüsünü eleştirmekten de geri durmamakta haklı olarak (Câvitname/ M.İkbal/ T.C. Kültür Bakanlığı).
Peki ya aşağıdaki alıntılar hangi gizemcinin kaleminden çıkmış dersiniz? :
“Hayatımızın ve genel olarak bütün canlı varlıkların hayatının anlamı nedir ? Bu soruya karşılık vermeyi bilmek dindar olmayı gerektirir. Diyeceksin ki, böyle bir soru sormanın bir anlamı var mı ? Ben de, şunu söyleyeceğim sana: Kendi hayatına ve başkalarınınkine anlamsız gözüyle bakan insan, yalnızca mutsuz olmakla kalmayıp, yaşamasını bile kolay kolay beceremez.”
“Şuna var gücümle inanıyorum ki, ilerlemeyi gerçekten isteyen bir insanın elinde dünyanın tüm zenginlikleri bile olsa, o kişi, insanlığı ileriye götüremez. Bizi, büyük ve temiz insanları örnek almak götürebilir soylu düşünce ve işlere. Para, bencilliği çeker ve ister istemez kötüye kullanılmasına yol açar onun. Carnegie’nin para çuvallarıyla yüklü bir İsa, bir Gandhi düşünebiliyor musunuz?”
“En ciddi bilginler, içlerinde, derinden derine, dinsel bir duygu taşıyanlardır.”
“Bilimin derinlerine inerseniz, kendince bir dinselliği olmayan bir bilim kafasına zor rastlarsınız; ama bu din duygusu, basit insanlarınkinden ayrıdır. Böyleleri için Tanrı, iyilik beklenen ve cezasından korkulan, kişisel ilişkiler kurulan bir varlıktır; çocuğun babasıyla olan ilişkisine benzer yüceltilmiş bir duygu. Oysa bilgin, bütün olup bitenlerin nedensel bilincine varmıştır. Onun gözünde, gelecek geçmişten ne daha az zorunludur, ne de belirli. Ahlak, onun için, Tanrı’yla değil, tamamen insanla ilgili bir iştir: Onun din duygusu, tabiat yasalarının düzeni karşısında şaşkın bir hayranlıktır. Çünkü tabiatta öylesine yüksek bir akıl kendisini göstermektedir ki, insanın en ince düşünceleri ve buluşları, bu aklın yanında sönük bir gölge gibi kalır. Bu duygu, bütün çağlarda yaratıcı din adamlarının içini dolduran duygunun benzeridir.”
“Ahlaklı bir yaşam düzeninin gelişmesi bakımından, Konfüçyüs’ün, Budha’nın, İsa’nın ve Gandhi’nin yaptıkları , bilimin herhangi bir zamanda yapabileceğinden çok daha önemlidir bence.”
“Bilimsel gerçek deyimine kesin bir anlam vermek, kolay değildir. ‘Gerçek’ sözcüğü, böylece kişisel deney için başka, bir tabiat bilimi teorisi için başkadır. ‘Dinsel’ dedikleri gerçeği ise doğru dürüst kavrayamıyorum ben… biraz inceye giden her bilimsel çalışmanın temelinde, dünyanın akla dayandığı ve kavranabilir olduğu yolundaki dinsel duyguya benzer bir inanç vardır şüphesiz. Bu inanç – deneyde kendini gösteren yüce akıl derin duygularla birleşince – benim için Tanrı kavramı olur. Herkesin anlayacağı bir deyimle, buna panteizm denir.”
Boşuna yormayınız kendinizi yukarıdaki düşüncelerin hangi gizemciye değgin olduğunu bulmak için; çünkü bunlar Albert Einstein’ın denemelerinden alıntılanmış! (Dünyamıza Bakış/ Albert Einstein/Alan Yayıncılık)
Var mısınız bir bulmaca daha çözmeye ?
Sıkılmayanlar için işte bir soru daha:
“Berlin’de sıklıkla bir araya geliyorduk onunla.” diyor Franz von Baader; “…bir gün ona Meister Eckhart’tan bir alıntı okudum. Yalnızca adını duymuştu Eckhart’ın. Coşkuyla karşıladı ve bir sonraki gün Eckhart’a ilişkin uzun bir yazı okuyup, ‘İşte, elbette arayageldiğimiz gerekene vardık.’ dedi.”
Franz von Baader’in andığı, Eckhart’ın yargılarını coşkuyla karşılayan, onun düşünüsünü, ‘arayageldiği olarak nitelendiren düşünür kimmiş; biliyor musunuz? Hegel…! Şu ünlü Hegel! (Meister Eckhart/ Raymond-Blakney Harper and Row Publishers
Eckhart mı kim? Mevlâna’yla yaşıt ve neredeyse onun söylemlerini Hıristiyanlık’tan yola çıkarak bütün bütün onaylamış-söylemiş olan bilge bir dinbilimci.
Beyinlerini her dem ‘bakire’ olarak koruyabilenler için yapıldı yukarıdaki alıntılar.
Böntellektüellere söyleyecek sözümüz yok kuşkusuz.
‘Martı Jonathan’dan Yünatanmartı’ya’ isimli romanın yayımı, kör, topal olsa da sürmekte. Olumlu eleştirileri kendimize saklayıp diğerlerini sizlerle paylaşmaya istekliyiz. İlk paylaşılası eleştiriyi bu haftaki mektubun ardına ekliyoruz. Anılan eleştiriyi eleştirmeyi ise sizlere bırakıyoruz.
Kuzucuklar, koyuncuklar, dördüz doğuran Hanımkız’ın parmak kedileri, bir sonraki mektuba kaldı gayrı.
Haydi esen olasınız.
SAFAİ
(2/5/2001)
SEFAİ BEY ÇOK KIYMETLİ
Dün Martı Jonathan’dan Yünatanmartı adlı
eserinizi okudum.Konu itibarı ile çok değişik
ve güzel olduğunu söylemeliyim.Beğendiğim
ve hoşuma giden bir eser.Fikirlerinizi çok
güzel aktarmışsınız.Sizi tebrik ederim.
Kitabınızla ilgili merak ettiğim bir iki hususu
belirtmeden önce müsadenizle kendmden
bahsetmek istiyorum .Çünkü konuyla direkt alakası
var.Ben şu anda Türk dili ve edebiyatı
öğretmeni olarak görev yapıyorum.Yani
Türkçe’nin tarihi gelişimini bilen bir insanım.
Dil zevkim gelişmiştir.
Kitabınızı okurken aşırı derecede öz Türkçe
kullanmışsınız.Çoğu yerde bu kelimelerin manasını
bilemediğim için anlayamadım.Bu kelimelerin
anlamlarını yazarsanız memnun olurum.Bu kelimeler
şunlar: umarsız, devinmek, biçem,acun,acunsalmartı,
tin,tinsel,sağaltıcı,imge,erinç,savlamak,sayrılık,
bilisizlik,sağaltım,ayıkıp, istenç, aymaz
Dikkatimi çeken bir hususu daha belirteyim.Sonu
–,-it,-ınç,-inç’le biten kelimeleri çok kullanmışsınız.
Bu sebepten sizin itleri çok sevdiğinizi anladım.
Çünkü Eski Türkçe’de de (10.yy ‘a kadar olan devre)
bol miktarda –it vardı.Günümüz Türkçe’sine göre çok
iptidaidir yani.Merakımı gidermek için soruyorum.
Siz bu tip kelimeleri kullanmakla Türkçe’mizi o devre
geri götürmek mi istiyorsunuz?
Bir başka husus akıl kelimesi yerine us sözcüğünü
kullanıyorsunuz.Akıl kelimesini lügatinizden silmişsiniz
demek ki.Şimdi akıl kelimesinin geçtiği yüzlerce deyim
ve atasözümüz var.ve bildiğiniz gibi atasözü ve deyimler
kalıplaşmış olup kelimeleri değiştirilemez.Şimdi akıl
kelimesini attığımıza göre o yüzlerce deyim ve
atasözümüz çöplüğe atılacak öyle değil mi?Size soruyorum.
Bu sayede Türkçe’miz çok zenginleşiyor değil mi?
Bu sorularıma ikna edici (ama saldırmadan lütfen)
cevaplar vermenizi ve beni tenvir etmenizi
(aydınlatmanızı) diliyorum.
SAYGILARIMLA