ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 8 –
22 Şubat 2001
Esenlik dilekleri ve bir iyi, bir de kötü (ne demek ola ki bu ‘iyi’ler, ‘kötü’ler) bilgilendirme sizlere:
Tahirova’lı kızlardan biri, geçen hafta erken doğum yaptı, göğüslerinden birinde oluşan ‘kist’ biçimli bir ‘apse’den ötürü. (Bu iki sözcük için Türkçe köklü sözcük önerecek var mı?) İşte o apse, Yaralıcan’ın erken doğum yapmasına neden oldu. Yavrulardan ilki soluksuzdu, ikincisi ise iki kilo üçyüz gram ağırlığında, yani ölüm dirim sınırında! Yandan baktınız mı o bebeciğe, sanki gülüyormuş gibi bir izlenim ediniyorsunuz. İşte bundan ötürü ‘Güleç’ koyduk adını.
Değil meme emebilmekte, ayakta durabilmekte bile zorlanan bebeciği, ister istemez fakirhanemize alıp, karton bir kutuya yerleştirdik. Sekiz saatte bir, yüz gram ana sütü emziriyoruz şişeden. İyi haber o ki, yırttı kefeni Güleç Kız.
Ve kar var Esenliktepe’de… Mısır patlakları gibi, ak ak, trilyonlarca parçacık, alt alta, üst üste serildi kaldı somurtuk ve sonsuz toprağın yüzüne. Yoncalarda, korungalarda bir sevinç ki, değmeyin esrikliklerine. Yalnızca, patlama hazırlığı yapıp durmakta olan badem çiçekleri gönül koydu yağan kara.
Birkaç eski gazeteden bir araya getirilen konu başlıklarıyla, aşağıdaki denemeye malzeme çıkıverdi. Tartışma konusu olan gizemcilik, nicedir Safai’nin kafasını da kurcaladığı için, o denemeyi bir gazeteye göndermekle kalmayalım, sizlerle de paylaşalım istedik. O günlerde, eski bir dost da Antalya’dan arayıp, buncağızın konuya ilişkin bir yazısının ilginç olabileceğini söylemişti gerçi. “Hele tartışma az daha olgunlaşsın ve basında yer aldığı biçimiyle dilimize bir ulaşsın, biz de eteğimizdeki taşları dökeriz.” demiştik. Görüşlerinize sunar, dirliğinizin kesintisiz süregitmesini dileriz efendim.
CHP, EDEBALİ ÖĞÜTLERİ VE ANADOLU SOLU
Eğer ardı getirilirse, olumlu gelişim ve yaklaşımlara gebe olabilecek bir tartışma başlatıldı Ocak ayı içinde Sayın Deniz Baykal aracılığıyla.
Baykal’ın ‘Anadolu Solu’ndan söz etmekle, Edebali’den dem vurmakla, belki de parti tabanını genişletmeyi hedeflediği savlanabilirse de, böylesi bir yargı önyargı kokan, erkencil bir yaklaşım olarak da nitelendirilebilir. Öyleyse, gelin deşelim konuyu.
Edebali Yaşadı Mı
Bir söylence mi Edebali; yoksa gerçekten yaşamış bir bilge kişi mi? Bir ara, tartışmaların omurgasına yerleştirilmeye çalışılan bu soru, asıl tartışılası konuyu gölgede bırakıverdi.
Şeyh Edebali gerçekte yaşamışsa, iyi ki yaşayıp, altıyüzelli yıl sonrasına, ‘hoş bir seda’ salarak varoluş nedenini soylu bir biçimde hakkıyla eylemselleştirmiş; ne güzel! Yok, böyle biri yaşamamışsa da Anadolu insanı bir söylence (efsane) türeterek o Şeyh’i yaratmışsa, daha da iyi, daha da hoş.
Her çağda ve ülkede toplumlar türettikleri söylencelerle kirlenmelere, soysuzlaşmalara, yopyozlaşmalara karşı böylesi yöntemlerle ve binlerce yıldır ayak direyegelmemişler mi?
Yalnız, Edebali ve benzeri bilgeler söylenceden gayrı birer gerçek değil iseler, o zaman, şapkalarımızı önümüze koyup, derin derin düşünmek zorunda değil miyiz sizce de? Neyi mi? ‘Erdemleriyle anılacak, düşünü ve söylemleri yüzyıllar sonrasına da ışık olacak bilgelerden gerçekte yoksun kalmış bir toplum muyuz ki de söylenceleri güncelleştirme gereği duyagelmekteyiz onca zaman sonra?’ sorusunu kuşkusuz.
Gizemcilik ve Çağcıllık
Ülkemiz bolbilirleri (entelektüelleri), ne acıdır ki, her dinsel yaklaşımın, söylemin ardında ve altında şeriat devleti oluşturma özlemi duyan dangalakların parmak izini arayıp durmakta yıllardır. Bazıları, uyanık davranmayı ülke koşulları açısından zorunlu kılan bu tehlikeyi neredeyse körkorkuya (fobiye) dönüştürmekte! İşte o körkorkudan kaynaklanan ve bilgilenme tabanına dayanmayan kimi önyargılar, daneyle samanı birbirine karıştırmamıza, gizemciliği şeriatçılıkla özdeş saymamıza ve dolayısıyla da şeriat devleti yandaşlarının ekmeklerine yağ sürülmesine neden olmakta. Keşke körinançlar (dogmalar) salt tutucu ya da gericilerin bireysel gelişimleri için, birer engel oluşturmakla kalsa da, sözde ilericilerimizi, çağcıllık yanlısı olduklarını savlayanları etkilemese! Ne var ki düşünümüz (felsefemiz) her neye yandaş ya da karşı olursa olsun, körinançlar herkes için birer bukağı, tasma, halkadır. Oysa günümüzde ve ülkemizde, aydınlanmaya yatkın ve toplumsal açmazlara umar arayan her bir bireyin her tür körinançtan arınması gerekir.
Sayın Baykal da o kapsamda olmak üzere bizler, gerektiğince araştırıp yeterince özümsemeye çabalamamız durumunda, Celâleddîn-i Rûmî’de, Hacı Bektaş’ta, Yunus Emre’de, saf ortaklaşımcı (komünalist) bir tinin ve toplumcu (sosyalist) bir usun haykırışlarını, hem de gümbür gümbür haykırışlarını duyacağızdır. Yediyüzelli yıldır eprimeyen, yıpranmayan, çağın gerisine düşmeyen o soluklar, bir dinin şeriat dışı bir boyutunun, gizemci boyutunun ürünleridir işte. Nasıl ki Hıristiyan gizemciliğinin üstustaları, Giordano Bruno’lar, Meister Eckhart’lar kocamıyor, nasıl ki günümüzde kibbutzlar oluşturulurken Musacı Kabalacılar’dan örnek alınıyorsa, Selçuklu’nun son döneminde ve hayret edilesi bir biçimde üçü bir arada göğeren o bilgeler de, yüzyıllardır, tinsellikçi özdekçiliğin (spiritüalist materyalizmin) tözünü (cevherini) gözlerimizin önüne sermekteler bizlerin, işlememiz için.
Sovyetler Birliği deneyiminin çuvallaması/çuvallatılması sonrası iyice gemi azıya alan, sınır tanımaz bir biçimde azgınlaşan anamalcı (kapitalist) düzenin gayrı tüm dünyayı kendi malı sayan bir ‘nenemalcı’ tekelciliğe yönelmekte oluşu, ortalama insanın, ilkin ‘kendi’ni, sonra da/dolayısıyla da, her ne olup bitmekteyse işte tüm onları algılaması, yargılaması sonucunda engellenebilecektir ancak. Böylesi bir bilgisel donanımsa, ilkin bolbilirlerimizce gerçekleştirilmelidir ki tabana yayılabilsin.
Nedir Solculuk
Yukarıda anılan tinsellikçi özdekçi bir dünya görüşünün ham malzemesi bütünüyle elimizdeyse de, o görüşü dizgesel bir düşünüye (ideolojiye) dönüştürebilmek için, kuşkusuz, derinlemesine incelemeler, araştırmalar ve bireşimlere (sentezlere) gerek duyulacaktır. Ancak, tinsellikçilikten yoksun özdekçiliğin her deneyimde çuvallayageleceğini söylemek de erbilirlik (kehanet) olmasa gerek. Aydınlık gelişimlere gebelik edebilecek böylesi bakış açılarını daha doğmadan, bönce, öldürmeye kalkışmaksa, ‘körinançlılığın dışa vurumu’ damgasını yemeyi, inanıyoruz ki hak edecektir.
Aşağıdaki tümce, bir gazetede yer aldı:
‘İşçi sınıfı çıkmadan sol olmaz.’
Bu tür savlarla salt körinançlılıklarını değil, açılarının darlığını, düşünebilme yetilerinin çapsızlığını da gözler önüne sermekten kaçınmayan sözde profesörlerimize, toplumbilimcilerimize soracaktır birileri kuşkusuz:
Solculuk – o sözcükle anılagelmemiş olsa da – salt ve salt anamalcılığın ortaya çıkmasının ardından gelişmiş, tepkisel bir düşünü müdür? Yönetsel erkin onurlu bir biçimde paylaşılmasını, ekonomik edinimlerin hakça üleşilmesini, daha anamalcı dizgeler ortaya çıkmadan, dolayısıyla da günümüz anlamında işçi sınıfı oluşmamışken, savunagelmiş onca düşünür ve uygulayımcı ‘ne’cidir? Mao’yla birlikte, Büyük Yürüyüş’ü gerçekleştirenlerin kaçı işçiydi? Mustafa Kemal’in öncülük ettiği Anadolu ayaklanması ve Kurtuluş Savaşı ‘sol’ bir eylem değil miydi? Ya o kadrolarda kaç işçi yer almıştı? İşçi sınıfından yoksun ülkelerde ‘sol’dan, ‘solculuk’tan söz edilemeyeceğini savlayanlar, 1917 Sovyet Devrimi’ni nereye oturtacaklar acep?
Egemenliğin ve üretilenin hakça paylaşımını savunagelmiş, bu hedef doğrultusunda gerekirse kökten değişimlerin kaçınılmazlığını savunmuş, toplumcu, ilerici akım ve girişimlerin tümü de, her hangi çağda olmuşsa olsun, solculuktur kuşkusuz.
Kavramların anlamlarını daraltmakta yarar umanların, kime, neye hizmet etmeye kalkıştıklarını bir iyice düşünmemizde yarar var sanımızca.
CHP Ve Solculuk
Yukarıda yazılanlar doğrultusunda, Sayın Baykal’ın, Edebali’nin adını falan anarken, bilgisel donanım yoksunluğundan ötürü, gerçekte, Anadolu gizemciliğiyle örtüşen, kökleri o düşünüyle beslenen çağcıl ve devrimci bir atılımdan söz etmeye kalkışıp da bu tanımı beceremediğini savlamak yanlış olmasa gerek. Oysa günümüz solcularının çoğundan daha ilerici, daha devrimci, demokrat, laik, halkçı, sömürüye karşı durmuş bilgeleri yediyüzelli yıl önce emzirmiş bu topraklarda, tinsellikçi özdekçiliğin ‘maya’sı hâlâ dipdiri, capcanlı beklemekte birileri ‘süt’ünü getirse diye. Toplumcu düşünüye, ülkemize özgü yorumlar getirmeye girişecek olanlar ve o düşünü yandaşı uygulamaları benimseyecek politikacılar, gizemciliği göz ardı etmedikleri sürece, hem geniş halk kitlelerinin şeriat devleti yanlılarınca kirletilmesini engellemeyi becereceklerdir, hem de ‘konfeksiyon’ düşünülerin bu ulusa ‘dar’ ya da ‘bol’ gelen yanlarını ortadan kaldırıp, o ‘giysi’nin ‘beden’e oturmasını sağlayacaklardır.
Salt ülkemizin değil, tüm yeryüzünün sancısı, tinsel boyuttan yoksun özdekçi düşünülerin de, en az anamalcılık soytarılığı denli ‘insan’ yanımızla örtüşmemesindendir. Eğer sayın Baykal ve CHP gerçekten de çağcıl bir bakış açısı aramaktaysa, Kemalizm’le Anadolu gizemciliğini aynı potada eritip ‘döküm’ yapabilecek ‘usta’lardan bir kadro kurmaya bakmalıdır. Şeriat yanlısı günümüz tarikatlarına hiçbir biçimde geçit vermeksizin gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar böylesi bir girişimi. Çağdışı Arap gelenekçiliğini dinsayarlık olarak yutturmaya kalkışan hokkabazların önünü, ancak böyle kesebilir, ülkemiz insanının tekelci anamalcılık egemenliğinden kurtulabilmesini ancak böyle sağlayabilirsiniz.
Haa, unutmadan bir şey daha ekleyelim. Mustafa Kemal, Cennet’te karşılaştığı her silah arkadaşına sorup durmakta nicedir:
“Ya hu; biz o savaşı neden yapmıştık?”
SAFAİ