ASLIYOK KÖYÜ’NDEN MEKTUPLAR
– 5 –
29 Ocak 2001
Herkese merhaba herkesten;
Günde iki kilodan fazla süt veren Ergül’den, hızla büyüyen çocukları Çizmeli, Tekçizme ve Somurtuk’tan, “Doğurduk doğuracağız…” diyen İvecen, Sakıngan, Adsız ve Yaralıcan’dan, diğer on yünlü çocuktan, evde bakılmakta olan kuzuları şiddetle ve dehşetli kıskanan Çıtçıtgöz’den, karnındaki bebesi yavaş yavaş gelişip duran Hanımkız’dan merhaba.
Sizlere buralardan merhabalarını gönderenleri saymakla bitiremeyiz kuskusuz: Ağıla indiğimizde viyaklayıp duran yavru fareciklerin de, su içmek için, bahçedeki çeşme kurnasına günde birkaç kez konuk olan sarı gagalı karatavukların da, fakirhanemizin çatısını yurt edinen serçelerin de selamları varmış bildikleri, bilmedikleri herkese.
Telefon aracılığıyla görüştüğümüz ya da ta buralara değin gelen, yerimizi yurdumuzu bilen az sayıdaki kimi dostlar ya da tanıdıklar, benzer bir tümceyi sık sık yinelemekte:
“En iyisini sen yaptın!”
Bu yargılarını, genellikle eşleriyle hırlaştılar mı, bir de kasalarına para girişi azaldı mı daha bolca yineliyor kentleri yurt edinenler. İyi, hoş da, neden ‘Safai’nin en iyisini yaptığını’ ayrımsamazlar ilişkileri sıradan bir tekdüzelik içindeyken ya da banka hesapları kabarmaktayken; gel, us erdir erdirebilirsen! Başları sıkışanlar için, düşlemsel bir çıkış yolu olabilmek de bir şey gerçekte; ama arada sırada “O adam, bu yaşam biçim ve biçemini, başı sıkıştığı için mi yeğledi?” diye düşünmeye dursalar, hem buncağızı, hem de kendilerini daha sağlıklı/solluklu kantarlarda tartmış olmayacaklar mi acep? Eğer bu yoksulun yeğleyişleriyse ‘en iyisi’, varın sizler de birer Esenliktepe kuruverin bir yerlerde bir zahmet. Yalnızlığı yeğlemeyi göze alabilecekler için, yeterince bol dağ başı, orman içi falan da var hâlâ yeryüzünde nasıl olsa. Seksenlik dullar gibi, yakınmaları alışkanlığa dönüştüreceğinize eyy sevgili dostlar, ya toplumsal kuburlaşmalara karşı köktenci eylemler yürütecek kitle örgütleri kurun, ya da göze alın gönencelerinizi, güvencelerinizi, korku ve kuşkularınızı boşlamayı. Ne var ki, her hangisini yeğlerseniz yeğleyin, arınmaya, sanımızca, kendinizden başlamanız gerekecek. Yalnızlık esenliği kolayına edinilemiyor; biline!
Yalnız olmayı sığ bir biçimde kaçışla özdeş tutmaya kalkışanlar, her şeyden önce kendi evceğizlerinin içinde ve salt yirmidört saat boyunca televizyonsuz, radyosuz, teypsiz ve arkadaşsız durabilmeye, sıkılmaksızın katlanabilecekler mi; bir yol denesinler hele.
Çoğumuz öylesine uzaklara düştük ki öz benliğimizden, aynadaki görüntülerimizden bile ürker, kendi tıkırtılarımızdan irkilir, tözümüzün yol gösterici tınılarını umursamaz olduk. Ortalama insan, değil bir yaşam boyu, birkaç saat yalnız kalmaya bile katlanamıyor günümüzde. Yalnızlığını alt edebilmek için nice paralar dökmekte onlar; gidin de barları, kulüpleri, kahvehaneleri, eğlence merkezlerini gezip görün bir yol. Esenlik, çoktan unutulmuş bir anı öyleleri için. Tek özlemleri, yalnız kalma korkularını alt edebilmek geçici bir süre için de olsa. Oysa, Yalvaç İsa’nın deyimiyle, ‘gerdek odasına yalnızca yalnızlar’ girebilmekte.
Bakın yirmiüçaralıkdoksanyedi isimli/tarihli özünümüzde yalnızlık esenliğini sözcüklere nasıl dökmüş buncağız:
yirmiüçaralıkdoksanyedi
sevdamızdır yalnızlık
yapayalnızken dostlar biz
yapayaldız oluşlara ketlenir tinimiz ilkin
derken
kenetleniriz yapayıldız tertemiz
en arısına acundaki erklerin
Aralık ayı sonunun gazeteleri, oluklarca akmış kanı ve gözyaşlarını ta buralara değin taşıdı geçen hafta. Onca canlının ölmesi, hele ‘gök ekinler’ ise ‘biçilenler’, ister asker giysisine bürünmüş olsunlar, ister demir parmaklıklar ardında bedel ödeyenler olsun, kuşkusuz, yürek sızlatıyor.
Herhangi bir eylemi, yöntem, zaman ve biçem açısından kafa patlatırcasına düşünüp uygulayıma ondan sonra sokmak gerektiğini öğrenmeye yardım etti mi acep o akan kanlar hiç değilse? “F tipi cezaevlerini kullanmayı erteledik.” güvencesi verilmesi, cezaevlerindeki eylemlerin ertelenmesi için yeterli sayılmamalı mıydı?
Yönetenlerin, “Ben, on yıldır denetimi yitirdim. Bunca zamandır, cezaevlerinde alınan haraçları, öldürülen tutukluları, güçlülerin zayıflara ettiği işkenceleri umursamadım. Şimdi kendi umursamazlığımı kanla aklayacağım.” demeye hakları olabilir mi?
Yetkililer, cezaevlerinde insancıl bir düzen kurmayı amaçlıyor idiyseler, bu amaçlarına kan dökmeksizin ulaşamazlar mıydı?
“Düşünülerini benimseyelim ya da benimsemeyelim onca insanın canını yitirmesi kimlerin işine yaradı?” sorusuna sağlıklı yanıtlar aramak ve bulmak gerekiyor en azından.
Yaşamlar bir işe yaramalı; ölümler de!
SAFAİ