“Al hançerini kadınım, vur ben öleyim.” demede bir mızrap bir Akdeniz köyünde; “…Ah kapınıza kadınım kul ben olayım…”
Salt bedense tutkusu, yiğide yazıklar olsun. Alımlısı dişinin erkeği kul mu eder? Neyin nesi böylesi bir sevda boylandırmak?
Öpülesidir ak gerdan, turunç göğüs okşanası… Kara kaş köprüdür belki ölümsüzlüğe ve kıvrağı kalçanın damarda kan durdurmaz; ancak hançer verip de açmadan önce bağır, yiğit bir şey bilmeli: Göz üstünde göz vardır; kulaktan üstün kulak ve ağız ve yürek ki eşi benzeri olmaz; can gözüyle bakılırsa duyumsanabilir ancak.
Görmesini bilmeyen gözler neye yarar ki? Yaşam devşirir gözler, amaç toplar, umut arar, renk renk alıp aydınlığı kilim dokur beyinde. Yılmazlık mavisine aymışlığın alını, gri yitirişlere umar yeşilini ular. Dokundukça mutlanır; seyrir tini sevinçten ve bakıp ürününe hiçler öz güzelliğini. Dirildikçe verimi, güzelleşir daha bir.
Yaşamı duymasını becerebilense eğer, aratmaz öpene kulak zemzemlerin tadını. Sevgi şakımasının uçarı tonlarını paçal yapıp harmanlar erinç tınılarıyla ve elde orak bekler nota hasatlarını. Okşanılası kulak, daha ilk hecesinden inançların hasını, yücesini ereğin sezinleyebilendir.
Sanki kabarıverir duyarlı olan burun ter kokusu aldı mı. Çünkü bilir, emektir çekilen ciğerlere. Değil beden terini, tinin terini bile ayrımsayıp uzaktan, dikleştirir memeyi pıtrak gibi o burun. Koklamayı bilene has insanı tanımak, has hamuru kokudan tanımaktan kolaydır.
Gerdanın güzelliği taşıdığıyla yoğun: Bir beyinse taşınan ki her gün yeniden doğar ve gençleşir her öğün, gerdan onur sıvanır derisinin yerine. Öylesi boyunlara dokunmaya korkarsın; varmaz elin üstüne, ürküp berelemekten.
Bal akan dudakları bırak başkası sevsin… Sevilesi dudaklar ağı akıtanlardır gerektiği yerde de. Bir balyoz gibi inip o ağızdan sözcükler, o denli örseler ki köklerini düşünün, bilemezsin umut mu üretmişsin beyninde, beynini kemiregelmiş kene mi büyütmüşsün. Kördüğüm olur boğaz tükeniş korkusuyla. Oysa eriyen kulen şekerdenmiştir zaten. Yağmakta olan yağmur bir yandan söndürürken özsüz özlemlerini, genç filizlere övgüler düzer öte yandan da.
Has yürek aşkınlık çağrılarına kulak, yaşama sevincinin tomurcuklarına göz, kokusuna burun sevi çiçeklerinin ve dudak yetkinliğin zincirleri hiçlemiş keskin hecelerine. Tutsakken bile beden, alıp başını gider erdemlisi yüreğin; varır da kıyısına amaç okyanusunun, gözlerini özgüven doruklarına diker. Has yürek yangındır durmazlıklara; her çarpışı bir adım, zıplayış her adımı. Bakıp Olimposlar’ın el değmez doruğundan, bitmeyen soluğuyla, mendil sallar el eder dost bildiği canlara.
Merhaba, at gözlüğünü acımadan doğrayıp eskimeyen çarıklar üretebilen eller. Merhaba kurtularak sürünün zincirinden, kendisi için kaval çalmakta olan çoban. Merhaba hiç olmamış rengi yaratan fırça. Merhaba ilk duyulan ezgiyi vuran mızrap. Merhaba şavkı için küle dönüşen alaz. Merhaba hece hece erek dokuyan dudak. Yolculuk borusuna hazır kulak merhaba ve merhaba tırmanış terini duyan burun. Merhaba yıldızlara yoldaşlık etmek için kartal kanadı takan, atmacalaşan yürek. Merhaba muştucusu güzel geleceklerin. Merhaba yarınında doğabilecek dişi.
Al hançerini kadınım; vur ben öleyim.
Ah kapınıza kadınım, kul ben olayım.
Bindokuzyüzseksendokuz