Ot minderde oturmakta olan bilge, ak sakallarını sıvazlayıp gülümsedi. Delikanlı aylar önce yine aynı soruyu sormuş ne var ki bir yanıt alamamıştı. Usundaki soruyla günler ve geceler boyu boğuşup duran genç izdeş, aradığı yanıtı yaşlı bilgeden edinebilme girişimini yinelemişti sonunda:
“Aşkınlaşmanın, yetkinliğin gizlerine ilişkin minicik bir örnek de mi sunmayacaksın ustam?”
İzdeşinin kararlılığını duyumsayan bilge “Artık zamanıdır.” dedi kendi kendine. Hemen yanındaki raflardan birinden hiç kullanılmamış, kalınca bir defter çekip çıkarttı. Karşısındaki gence, “Kalabalıklar…” dedi, “…işte böylesi bir defter gibidirler.”
Ustanın usuna Mevlana’nın sözleri geldi: “Sen kalabalıklar bir yerlere varır mı sanırsın? Onlar yürürler, gezerler, dolaşırlar ama hiçbir yere ulaşamazlar.” diyen o ermişler ermişi, büyük çoğunluğu, tinsiz, ussuz, elsiz, ayaksız yaratıklar olarak tanımlamıyor muydu?
Kucağındaki defterden bir sayfa yırtmaktayken, “Eğer aşkınlaşmaya yatkınsan, öncelikle kalabalıklardan kurtarmalısın kendini.” dedi bilge.
Şeyh Bedrettin, altı yüz yıllık uzaklığı aşıp iki göz odalı eve konuk oluverdi birden. O inançlı tok ses, kerpiç duvarların ak badanasını daha da ağarttı sanki: “Tanrı’ya ulaşmak istediğini öne süren çoktur. Onlardan birine dünyadan yüz çevirmesi gerekeceği söylendiğinde, ereğe ulaşana değin dünyaya bağlı kalacağını savlar, direnir. Böylesi bir davranış usla pek bağdaşmaz.” Daha Simavna Kadısıoğlu’nun sözleri duvarlarda yankılanmaktayken Meister Eckhart’ın sesi çınladı ahşap tavanda: “Erdem, yaratılmış olanlardan kopabilmektir. Saf ve temiz kalmak isteyenlerin yalnız bir şeye gereksinimi vardır: Terk!..”
Bilge, koparttığı kağıdı defterin üzerine koyup, genç izdeşinin gözbebeklerini aradı gözleriyle. “Yıllarca…” dedi; “…bir defterin sıradan yapraklarını çağrıştıran bir yaşantının ardından yapayalnız, tek başına yaşam sürdürmeye kalkışmak, zor gelir başlangıçta. Üstelik hedef, herhangi bir kağıt parçası ya da kağıttan bir sandal falan olmak da değildir. Bir yelgülüne dönüşmektir aşkınlaşmaya kalkışanların hedefi.”
Genç izdeşin yüzü aydınlanıverdi: “Demek yalvaç İsa; ‘Düğün evlerinin önü hep kalabalık olur. Ama gerdek odasına yalnızca yalnızlar girer.’ derken, bunu anlatmaya çabalıyordu.” dedi.
Kurulan koşutluktan hoşnut oldu bilge. Elindeki kağıdı iki eşitkenar üçgene dönüştürecek biçimde katlayıp kenarda kalan fazlalığı yırtarken, “Olası ezinçlere katlanmayı, en azından bu kağıt denli becerebilmek gerek oğul.” dedi; “Fazlalıklarımızdan da, şu üçgenlerin fazlalığından kurtulması gibi kolayca arınabilmeliyiz.”
“Bir defterin kimliksiz yapraklarıyla kıyaslandığında, nasıl da devinim dolu, kişilikli ve erksel etkilere hazırlıklı nesnelerdir yelgülleri” diye düşündü bilge. Eckhart yeniden seslenmeye durdu o ara: “Tin, dünyasal nesnelerden ne denli arınırsa işte o denli güçlenir!”
İki ikizkenar üçgen oluşturan kağıdı açıp, diğer köşeler doğrultusunda yeniden katlayan bilge, Buda’nın bir sorusunu izdeşine yineledi: “Sizler köpekler gibi zincirlerle, tasmalarla, halkalarla, dünyaya ve onun sunularına bağlı kaldığınız sürece tinsel aşkınlıkları nasıl umabilirsiniz?”
Genç adam, sanki salt bir çift göz, bir çift kulak olmuş, ustanın her sözünü ve devinimni sindirmeye didiniyordu.
İkinci kez katladığı kağıdı açan bilge, köşegenlerin kat yerlerini orta kesişim noktasına doğru birer birer yırtarken, “İyi izle…” dedi “…kağıt, bağımlı olduğu defterden kopmakla yetinmemeli yalnızca. Tüm benliğini, koşullanmalarını, yargılarını, bilgisini boşlamayı gerekli gören bir ermiş gibi, neredeyse darmadağın olmayı göze alabilmeli yelgülüne dönüşebilmek için.”
Kare yüzey, yalnızca orta noktasında bağlantısı olan dört eşit üçgene dönüşmüştü.
Yaşlı bilge, dizleri üstündeki defteri raftaki yerine yerleştirip kapaklı ahşap bir kutuya el attı. Kutunun içinden bir toplu iğne çıkarttı. Neredeyse kopmak üzere olan üçgenlerin her birinin iki köşesinden birini tam ortada, bütünlüğü sağlayan bölümde biraraya getirip, tümünü birden toplu iğneyle birleştirdi.
“Dikkat ettin mi oğul; kağıdın orta noktasının birleştirici bir bütünlüğü var tüm parçalanmalara karşın. Yetkinleşmelere yönelenler de özenle korunan bu orta nokta denli özenli olmalılar inançlarını korumada ‘Ben’lerimizi didik ederken bile, ‘yol’un doğruluğuna ilişkin kuşkularımız olmamalı.” dedi bilge izdeşine.
Bilgenin usuna, hem boyarlık (ressamlık), hem de kılıç ustalığında unutulmaz bir yer edinmiş olan Zen Budacı düşünür Musashi’nin dizeleri geldi:
“Havaya kalkmış bir kılıç altında olmak
Tir tir titreten bir cehennem ezinciyse de
Korkmadan atılın ileri;
Mutluluk ülkesinde bulursunuz kendinizi.”
Gerek ‘ben’i boşlayışı, gerekse inancın gücünü nasıl da anlatıvermişti kolaylıkla Musashi!
“Bir defterin sayfalarından herhangi biri olarak durup duragelen şu kağıt, bak nasıl da erksel devinimlere gebe bir yelgülüne dönüştü.” diye sürdürdü sözlerini bilge. “İşte bu dönüşümün evreleri, yol göstericin olsun senin. Aşkınlaşmanın gizlerini özünde barındırır yelgülleri.”
Elinde tutmakta olduğu yelgülünü genç izdeşine uzatıp, “Al bunu…” dedi, “…al ve git. Yelgüllerine dönüşebilenleri, her gün yeniden doğmakta olanları ara. Pek kolay bulunmaz onlar; pek çok da değillerdir gerçi ama birkaçıyla karşılaşacaksındır aramayı boşlamazsan.”
Genç izdeşin yılları kalabalıkları ve ‘ben’lerini boşlayıp, tinleri yelgüllerine dönüşmüş yetkin bilgeler aramakla sürdü gitti. Ustasının kulübesine döndüğünde kendisi de bir yelgülü olmuştu; güzellenesi bir yelgülü.